Son Yayınlanan

Karışık Makaleler

Mührün ve Tahtın ötesinde Abdülhamit’i anlamak…

TRT’nin sevilen dizisi Filinta’da 48. Bölüm itibariyle Sultan II. Abdülhamit devri başladı. Abdülhamit Han, Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok tartışılan isimlerden; çok sevenlerin yanı sıra, çok olumsuz tutum sahibi olanlar da var.
Var olan bir başka gerçek ise; tozlu tarih kitaplarının yazdığının ve eski fotoğrafların betimlediğinin ötesinde, hepimiz gibi dünyaya gelmiş, yaşamış ve ölmüş bir “Abdülhamit Han” olduğu...

Filinta ve dahası

“Bir Osmanlı Polisiyesi” Filinta’da, Türk İstihbaratının üzerine temellendiği Yıldız Teşkilatı’nın kurucusu Sultan Abdülhamit’ten söz edilmesi kaçınılmaz. Ancak Abdülhamit Han’ın temelini attığı tek kurum da İstihbarat Teşkilatı değil. Mülkiye, Ziraat Bankası, Sayıştay, Emekli Sandığı, Kız Öğretmen Okulu, ülke geneline yayılan ortaokullar, liseler, Ankara, Eskişehir-Kütahya, Kudüs, Bursa, Şam ve diğer demiryolları, Paris İslam Külliyesi, Haydarpaşa ve Sirkeci tren istasyonları, telgraf hatları, modern itfaiye teşkilatı, dişçilik ve tıp okulları, maden fakülteleri… bugün halen faaliyette olan birçok kurumun kuruluş tarihine bakıldığında, “Abdülhamit Dönemi” icraatı olduğu görülecektir.

Evlat, baba ve kardeş

Şehzade Abdülhamit, babası Abdülmecit Han’ın saltanatı döneminde dünyaya geldi. Küçük yaşta annesini kaybeden şehzadeye, sultanın çocuksuz eşlerinden biri annelik yaptı. Abdülhamit sonradan, kendisini yetiştiren üvey annesine vefa gösterecek ve tahta çıktığında onu Valide Sultan ilan edecekti. Abdülhamit, çocuklarının iyi eğitim alması için çaba gösteren bir babaydı. Ancak gösterdiği çabanın yeterli sonucu vermemesi, her baba gibi onu da üzüyordu. Kardeşleri ile bazen iyi bazen de kötü ilişkileri vardı. Kendisinden sonra tahta geçen Reşat Efendi’yi sevmediği, Vahdettin Efendi’yi ise sevdiği nakledilir. Ayrıca zaman zaman kız kardeşi Cemile Sultan’ı çiftliğinde ziyaret etmekten keyif alır.

Kişisel Özellikleri

Dönemin tanıkları Sultan Abdülhamid Han’ı orta boylu, sert bakışlı, gür ve kalın sesli olarak tasvir eder. Spora önem verdiği, vücudunun zinde ve çevik olduğu nakledilir. Giyimine önem verir. Hatta giyimini özensiz olan kişinin fikrî intizamının da olmadığı görüşündedir.

Beslenmesine de dikkat eder. Sarayın zengin bir mutfağa sahip olmasına karşın hazmı kolay, hafif gıdaları tercih eder.

Kendi beslenmesine dikkat etmekle kalmaz, askerlerin de yediğini ne içtiğini kontrol etmek ister. Bunun için Harbiye ve Bahriye mekteplerinde pişen yemeklerden numuneler her gün Yıldız Sarayı’na getirilip padişahın onayına sunulur.

Uyku Kaçıran Detaylar

Sultan Hamit’in kontrol isteği askeri okul öğrencilerinin yemekleri ile sınırlı değildi. Memleketin bir köşesinde her ne olsa bilmeliydi. Hatta Osmanlı ülkesi sınırları dışında, yabancı ülkelerde olan bitenden de haberdar olmak istiyordu.

Abdülhamit Han döneminde İstanbul’un başı yangınlarla dertteydi. Ne zaman büyük bir yangın çıksa, söndürme çalışmalarını an be an takip ediyor, görünür yerdeyse dürbünle izliyor ve yangın sönene kadar uyku uyumuyordu. Başkent İstanbul’un yangın meselesi o kadar canını sıkıyordu ki sonunda, tulumbacıların yerine modern anlamda itfaiye teşkilatını kurdu ve böylece rahat bir uyku çekti.

Sherlock ve Sultan Hamit

Sultan Hamit, tarih kitapları, seyahatnameler ve özellikle polisiye romanlara meraklıydı. Ancak bu kitapları okumaktan çok okutmayı severdi. Polisiye roman tutkusu öylesine ileriydi ki, Yıldız Sarayı’nda salt bu iş için bir mütercim dairesi kurmuştu. Buradaki memurların başlıca vazifesi, yabancı dillerde neşredilen polisiye romanları Türkçeye tercüme etmekti.

Sultan’ın yatak odasında bir paravan bulunur, geceleri roman okumakla görevli memur paravanın arkasındaki yerini alır, sultanın uykusu gelene kadar polisiye romanlar okurdu.

Ve perde açılsın!

Sultan’ın polisiye romanlardan sonra bir tutkusu da tiyatroydu. Özellikle çok çalıştığı ve zihnen yorulduğu günlerin sonunda tiyatro seyretmeyi severdi. Yıldız Sarayında iki de tiyatro ekibi vardı; biri Batılı temsilleri oynayan İtalyan ekip, diğeri alaturka oyunları oynayan ekip...

Zamanını aşan projeler

Cisr-İ Enbubi ve Cisr-i Hamidi

Sultan Abdülhamid'e, 1860 yılında sunulan Prerault'un Cisr-i Enbubi projesi (deniz altı çelik tünel) ile Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının birleştirilmesi amaçlanmış, bir kaç keç revize edilen proje hayata geçirilememişti. Belgeselle Osmanlı'daki önemli ulaşım projelerinin yanı sıra Preault'un tüp geçit teklifi, sözleşme metni ve detayları üç boyutlu olarak gösterilecek.

Bugün Fatih Sultan Mehmed Köprüsü’nün bulunduğu yerde, yani Boğaz’ın Rumeli ve Anadolu Hisarları arasındaki en dar bölümünde yapılması planlanan, İstanbul-Bağdat Demiryolu’nu tamamlayıcı bir geçit olarak düşünülen Cisr-i Hamidi(Hamid Köprüsü), Osmanlı mühendislik tarihinin ilk Boğaz köprüsü çalışması olarak kabul edilir. Projenin dört başı mamur bir şekilde çizilerek Sultan Abdülhamid Han’ın önüne çıkartılması, ancak 1900 yılının Kasım’ında gerçekleşir. 600 metrelik bir asma köprü olarak düşünülür. Sultan Abdülhamid’e Pers Kralı Darius’un Milâttan önce 500 yılında tam 800 bin askerini geçirdiği ilk seyyar boğaz köprüsü hatırlatılır ve Hamid Köprüsü’nün yapılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun iki kıtayı devamlı şekilde birleştiren ilk devlet olacağı söylenir. Projeyi, Bağdad demiryolunun işletmesini yürüten Almanlar yaparlar. Köprü, o dönem Osmanlı ve Avrupa mimarisinde etkili olan Magrip üslubuna göre inşa edilecek yanısıra Selçuklu tarzı kubbe süslemeleri ve 16-17. yüzyıl Osmanlı çinileriyle süslenecektir. Bu proje, Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi olan Abdülhamid’in gücünü cümle âleme ilân edecektir’’

Filistin Meselesi

Sultan Hamid’in bir icraatı daha var ki, gerçek anlamı bir asır sonra anlaşıldı. Abdülhamit, Filistin’de bir kanton kurmak için toprak isteyen ve bunun için yüklü bir ödeme teklif eden Yahudi Kongresini sert bir dille reddetti: “Ben bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Bedenimin neşterle yarılması, benim için Filistin'in ülkemden koparılmasından daha kolay bir hadisedir.”

Zanaatı marangozluktu

Abdülhamit Han’ın marangozluk ve çiniciliğe meraklı olduğu, bu işler için Yıldız Sarayı’nda birer atölye kurdurduğu bilinir. Sultan Hamit, şehzadeliğinden itibaren özellikle marangozluk üzerinde ilerledi. Onun tezgâhından çıkan eşya halen Yıldız Sarayı’nda arzı endam eder. Bunun yanı sıra hediye etmek için de ahşap eşya yapmıştır. Sultan’ın elinden çıkma ahşap eşyayı kullanmak yalnız saray mensuplarına kısmet olmadı; Abdülhamit, Yunan isyanı sırasında yaralanan askerlere geçmiş olsun ziyaretinde bulunduğunda el yapımı bastonlarından armağan etti.

Tütün ve kahve tiryakisi

Sultan Hamit beslenmesi konusunda her ne kadar dengeli ve dikkatli idiyse de, müptelası olduğu iki şey vardı: tütün ve kahve...
Kahve söz konusu olduğunda da Abdülhamit Han’ın ilginç bir alışkanlığı vardı. Her sabah iki fincan kahve içerdi. Tepsi içinde cezve ve iki boş fincan sunulur, Sultan Hamit önce birinci fincanı doldurup içer, ikinci fincan kahvesini öteki fincana doldurup içerdi.

Başucundaki tuğla

Kızı Ayşe Osmanoğlu, babasını “tam dinî itikada sahip bir Müslüman” olarak niteler. Sultan Abdülhamit, şu sözünü çok sık tekrarlardı: “Din ve fen; bu ikisine de inanmak caiz...”

Rivayete göre, Abdülhamit Han, yatağının başında daima temiz bir tuğla bulundurur. Bu tuğlayı, yataktan kalktığında çeşmeye kadar abdestsiz yere basmamak için, teyemmüm almak için kullanır. Sebebini soranlara şu cevabı verir: “Bunca Müslümanların Halifesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür.”

Fransızlar neden "Le Sultan Rouge"  “Kızıl Sultan” dedi?

Abdülhamit Han denince, bir güruhun halen savunup diğer bir güruhun şiddetle karşı çıktığı “Kızıl Sultan” meselesine değinmeden geçemeyeceğiz. Tarihçi Orhan Koloğlu’na göre Abdülhamit’e “Kızıl Sultan (Le Sultan Rouge)” yakıştırması ilk kez Fransızlar tarafından, Ermeni isyanları karşısındaki duruşu üzerine yapıldı. Ardından Yunan İsyanı ve Balkanlarda çıkan karışıklıklar sırasında bu yakıştırma Avrupa’da yaygınlaştı.

Sultan Hamit’ten kalan

Sultan II. Abdülhamit Han, 33 yıllık saltanatın ardından 1909’da iktidardan alınıp Selanik’e sürgüne yollandı. Burada 3 yıl kaldıktan sonra Balkan Savaşı yenilgisinin ardından İstanbul’a nakledildi.

Tarihçi Reşad Ekrem Koçu, Abdülhamid’in sürgünden dönmek istemediğini, Balkanlardaki toprakların müdafaası için silahlı mücadeleye katılmayı talep ettiğini nakleder. Öte yandan Koçu’ya göre Abdülhamit, Balkan yenilgisi üzerine “dört Balkan devleti ittifak eder de elçiler haber almaz olur mu?” diyerek, o dönemin istihbarat ağını eleştirmişti. 1912’de İstanbul’a geri dönen Abdülhamit Efendi, 1918’e kadar Beylerbeyi Sarayı’nda yaşadı. Öldüğünde, kardeşi Sultan Reşat’ın talimatıyla “bir hükümdara yaraşır” bir törenle uğurlandı. Bedeni dedesi II. Mahmut’un türbesinde ebedi istirahate çekilirken, benliği 33 yıllık saltanatında yaptığı icraatlar, kurduğu kurumlar ve hakkında ortaya çıkan iyi ve kötü efsanelerle tarihe mal oldu.

Bu yazı TRT Vizyon dergisinde yayınlamıştır. 

Bölümler