Son Yayınlanan

Karışık Makaleler

Atlar ve Bir Ulus

Milletimizin tarihi boyunca atın hep ayrı ve özel bir yeri oldu. Atlar, hayatın her alanına tesir eden en nadide aktörlerden biriydi. Kâh can yoldaşı, kâh sadık bir arkadaşı; destanlarda kahramanlarımızın sohbet ettiği, öğüt aldığı yoldaşı, büyük hakanlarımızın öldükten sonra aynı mezara gömülen sadık dostları oldu atlar.

Atalarımız, asaleti ile gönlünde her zaman farklı bir yeri olan atı, destanlarımızda kanatlandırarak yüceltti. Atlar bin gemle bağlanan yağız olup zordaki milletimizi anlatırken, o zorluğa şahlanan mucizevi gücün de simgesi oldu nice kurtuluşlarda...

At en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamının hep merkezinde oldu. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, M.Ö. 3 binlerden kalma mezarlarda, ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Buda bize Türklerin atı evcilleştiren ve binek olarak kullanan ilk insanlardan olduğunu gösterir.

Atalarımız Ön Asya ve Anadolu'ya göç ettiğinde de at kültürünü getirdi. Müslümanlığın kabul edilişinin ilk zamanlarında Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da kültürümüzdeki müstesna yerini hep korudu. Kastamonu Beyliği'nin yetiştirdiği atlar dünyaya nam salmış, Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılmıştı. Atla ilgili öz Türkçe birçok terim, İğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı gibi, Arapça ve Farça'ya dilimizden geçmiştir.

Kaya resimlerinde at figürleri

Göktürk yazısı ile yazılmış yazıtları bulunan Kurıkanlar’dan kalma kaya resimleri arasında uzun boyunlu atlar bulunmaktadır. Kurıkan kaya resimlerinde atların yeleleri, tarak ağzına benzer bir biçimde keserek süslemiş, boyunlarına da bir püskül asmışlar. Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça yüksektir. Resimlerde, atların bazılarının kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Kurıkan Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen 3 kişinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi âdeti öteki Türk boylarında da vardı. Atalarımız at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.

Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At

At, Türk kozmolojisine göre su unsurunun hayvan biçimini temsil eder. Su kökenli atlar, sudan çıkan kanatlı atları anlatan efsaneler bununla ilgilidir. Ayrıca, ak atların üzerinde beneklerin bulunması da uğurlu sayılmakta olup yine bu unsurla ilişkilidir. Başka bir efsanevi at ise gök kökenli atlardır. Atalarımız bu atları kanatlı tasvir ederler.

Eski Türklerde gök tanrı ve atalara kurban olarak hayvan kesilirdi. Kurban, hayvanın erkeğinden olurdu. Dede Korkut Kitabı’nda, yiğitler koyundan koç, deveden buğra, attan aygır kırdırırlar(kestirirler) diye bahsetmektedir. En geçerli kurban olan at iskeletlerine, Bozkır Türk boylarından kalma sinlerde (mezarlarda) rastlanır. Bundan ötürü Asya Hun, Göktürk, Avrupa Hun ve Avrupa Avarları’nın mezarlarında bol oranda at iskeleti bulunmuştur. Gök Tanrı’ya kurban verme işlemleri Proto-Türk ve Hun dönemlerinde olduğu gibi, Göktürk döneminde de sürmüştür.

Atla ilgili mitolojik motifler Türklerin Müslümanlığı kabulünden sonra da devam etmiştir. Hz. Muhammed’i(s.a.s.) miraca çıkaran Burak, Kur’an’da betimlenmemesine karşın, insan yüzlü ve gövdesi benekli bir at biçiminde tasvir edilmiştir.

Destanlarımızda At

Destanlarımızda at en önemli unsurlardan biridir. Birçok destanda at, alp’ın (alp= kahraman, yiğit) hem bu dünyada silah arkadaşı olduğu için, hem de öldükten sonra öteki dünyada yoldaşı olacağı için ayrı ve eşsiz bir değer taşır.

Türkler atların denizden çıkan, dağdan inen ya da gökten, yelden, mağaradan gelen kutsal aygırlardan türediğine de inanırlardı. Kırgız Türklerinin destan kahramanı olan Manas’ın ak-kula donlu, soylu güzel atına kimse yetişemezdi. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un çocukluğu “At sürüleri güder, ata biner idi” sözleri ile övülüyordu. Oğuz Kağan, ilk kahramanlığını da at sürülerini ve halkı yiyen canavarı öldürerek göstermişti. Yine Buz Dağı’na kaçan atını bulup getiren bir Bey’e Karluk adını vermiş, onu beylere baş yapmıştı. Böylece Karluk Türklerinin ad alışında da bir at rol almış oluyordu.

Manas’ın ilk ölümünde atı yas tutmuş, yemeden içmeden kesilmiştir. Yine Manas Destanı’nda, Almam Bet, Kalmuklarca öldürülünce atı Sarıala, savaş alanında yelesinden ve kuyruğundan ayrıldığı, zayıfladığı halde, perişan durumuna bakmadan, sahibinin ölüsünü düşmana bırakmayıp Talas’a getirir. Er Töştük Destanı’nda, Er Töştük’ün karısının Çal-Kuyruk adlı kutsal bir atı vardır. Bu at’a Tanrı bin at gücü vermiştir. Er Töştük’le konuşur, ona akıl verir. Şeytan, Er Töştük’ü öldürünce o diriltir. Birçok serüvenden sonra karı, koca ve atları üç kişi olarak mutlu günler yaşarlar.

Kırgız Türkleri, güzel ve cesur atlara Gök Kurt anlamında “Gök Börü” derlerdi. Köroğlu’nun ünlü kır atı, bir insan gibi dokuz ay dokuz günde doğmuştur. Bir insan gibi zeki ve anlayışlıdır.

Dede Korkut Destanlarında Bamsı Beyrek, zindandan çıkıncaya değin kendisini 16 yıl bekleyen atına şöyle seslenir:
At demezem sana
Kardaş direm
Kardaşımdan ileri

Destan ve efsanelerimizde at kutsaldır ve gücünü Tanrı verir. Yakut Türklerinin Er Sogotoh Destanı’nda sarı at, kutsal ve güçlüdür. Er Sogotoh güney seferine çıktığında Kan Irmağı’nı geçemez, atı uçarak onu ırmağın ötesine geçirir.

Er Sogotoh’un atı gibi Köroğlu’nun atı da yüzer. Bir keresinde düşmanları Köroğlu’nu izlerken o atını derin bir suya salar; düşmanları boğulur, atı yüzerek onu kurtarır.
Köroğlu destanında Köroğlu, yiğitleri ile birlikte tutsak edilince, atı, kimse kendisini almasın diye, kör ve topal taklidi yapar. Köroğlu’nun atının ayakları koşarken yere değmez; babası atın ahırda beslenirken biraz ışık görmüş olduğunu, ışık görmeseydi kanatlı olacağını söyler. Kır At’ın ayağına koşarken çamur bulaşmaz; yelden tez gider, kuş gibi uçar, yüksek kale duvarlarını aşar, gökte uçan kuşu kovalar. Köroğlu Destanı’nın sonunda, Kır At ölünce Köroğlu kendini savunmaz. Çünkü Kır At’tan sonra ona yaşamak gerekli değildir; başını katillere uzatır…

On binleri aşan sürüler

Büyüğünden küçüğüne kadar bütün hayvanlar (aygır, at, kısrak, tay, kulun), aynı sürü içinde toplanmaktaydı. Bu sürüye “yılkı” denmekteydi. Türklerin vadiler dolusu at sürüleri vardı. Bir Arap seyyahının tespitine göre, bunların sayısı bazen 15 bini bulmaktaydı. Hayvanların her biri, özel bir işaretle damgalanmaktaydı. Sürülerin karışması halinde her aile kendi hayvanını bu damga vasıtasıyla tanımaktaydı.

Göçebe Türk Kağanlıklarında at, askeri gücün kaynağı idi. Bundan ötürü çok sayıda at yetiştirilirdi. Göktürk han ve beylerinin de at sürüleri sayısızdı, yüz binlere varıyordu. Göktürkler çağında, Kırgız ve Basmıl Türklerine komşu olan bir Türk boyu adını atlarının renginden almıştı. Bunların Oğuzlardan Alayondlu boyu olduğu anlaşılıyor.

Türk Ordusunda At

Hun, Göktürk, Selçuklu, Türk-Moğol ve Osmanlı imparatorlukları at üzerinde yaşayarak ve savaşarak kurulmuştur. Türkler yaşın(şimşek) gibi hızlı atlarıyla kolaylıkla fetihler yapar, uzak-yakın ülkeleri ele geçirirlerdi. Ortaçağ kaynakları, Türk savaşçılarının “kasırga gibi birdenbire görünüp, kuşlar gibi uzaklaştıklarını” şaşkınlıkla tasvir etmişlerdir. Eski Türklerin atlı birlikleri, çağımızın zırhlı birlikleri gücündeydi.

Orduda atlılar, savaş alanında atların renklerine göre belli kanatlarda yer alırlardı. MÖ 201′de Çin imparatoru Kao-ti’yi kuşatan Motun’un(Mete) savaş düzeni de böyleydi. Doğuda boz atlılar, batıda kır atlılar, kuzeyde yağız atlılar, güneyde doru atlılar yer almıştı.

Savaşa girecek atların kuyruklarının kesilmesi de eski Türklerde yaygın bir gelenekti. Çetin savaşlara girmek üzere hazırlanan savaşçılar atlarının kuyruklarını kesip tuğ yaparak kendilerinin fedai olduklarını ilan ederlerdi; savaşçı savaşta ölürse, kesilmiş olan atının kuyruğu mezarına dikilirdi. Zafer için Tanrı’ya yapılan eski at kurbanlarının bir tür devamı olan bu gelenek, daha sonraları atın kuyruğunu düğümleme biçiminde devam etmiş, Osmanlı döneminde de uygulanmıştır.

Kutsal Tuğ’un başında atkuyruğu

Eski Türklerde kutsal Türk sancağı tuğ idi. Türk devletinin ve bağımsızlığının simgesi olan Tuğ’un başına atkuyrukları bağlanırdı. Tuğ 4 bölümden oluşurdu: süslenmiş tuğ direği; direğin başına bağlanmış atkuyrukları; tuğ başı (direğin başına konulur ve kuyrukların bağ yerini gizlerdi); tuğ başının üzerine konulan kurt başı.

At, Türk’ün kanadıdır

Eski Türklerin ata verdikleri önem atasözü ve deyimlerine de yansımıştı. “Atın ölümü İtin bayramıdır”, “At işler, er öğünür”, “At, Türk‘ün kanadıdır”, “Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür”, “At ölümü, er ölümü olmasın”, “Kuş kanadı ile, er atı ile”, “At’a kuyruk, yiğide bıyık yakışır”, “Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur”… Bir Türkmen atasözünde ise şöyle denilir: “Sabah kalk atanı (babanı) gör, atandan sonra atını gör”.

 

İslamiyet’in kabulü

İslâmiyet'in kabulünden sonra Türklerin, İlây-ı Kelimetullah gayesiyle cihanın dört bir bucağına ulaşmasında en büyük vasıtaları atlardı. Anadolu'yu baştanbaşa İslâmlaştıran atalarımız; Anadolu’da büyük bir medeniyet kuruyor, İstanbul'u fethediyor ve Avrupa içlerine kadar ilerliyordu. Bu nesiller kuzeyden-güneye; batıdan-doğuya kadar ufuklarında hiçbir engel tanımadan koşuyorlardı. Onlar bu maceradan o kadar mesutturlar ki, fethe çıkmayı atlarına yeni bir ülkede yem vermek kadar şen karşılarlardı.

Bilmemiş var mıdır yeryüzünün serhaddi
Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi
Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin akıncı katılmıştı fetih rüzgârına

Dev gibi orduları yenmeyi, atlarına yeni bir ülkede yem vermek kadar basit görürlerdi. Onlar "her yaz şimale doğru asırlarca süren" bir koşunun kahramanlarıdır. Akıncıların bu duygularını Yahya Kemal dile getirir.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: "İlerle!"
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Savaş meydanlarında bu neşe, ölümün bu kadar keyifle karşılanmasının temelinde şehitlik mertebesi vardı. Şehit olduklarında peygamberlikten sonraki en yüksek mertebeyi müjdeleyen inancın verdiği şuur, savaş meydanına mutlulukla koşarak gitmek için büyük bir sebepti. Savaş meydanlarına şahadet şerbetini içmek için koşarlardı. Bu coşkunun kaynağı ise belliydi; Kur’an: "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız."(Bakara,154)

Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
At, kurtuluş savaşında ki büyük mücadelede de bizzat milletimizi anlatan anlamlı yerini yine korumuştur. Bir dünya savaşının verdiği büyük hasar ve mağlubiyet sonrası imzalanan anlaşmanın ağır şartları adeta milleti yerle bir etmiştir. İşte tam bu sıralarda Faruk Nafiz Çamlıbel "At" şiirini yazar. Bu şiirde, tarihin bütün safhalarında at ile birlikte yaşamış bir milletin duyguları yine aynı figürle dile gelir. Anadolu Bin gemle bağlanan yağız attır ve şaha kalkmasının vakti gelmiştir...

Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın;
Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın:
Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!

Bahadır AVŞAR

Bölümler