Emrullah İşler: “Nerede bir Vadandaşımız, Soydaşımız, Akrabamız Varsa Biz Oradayız" Bahadır AVŞAR Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’den Artı90’a çok özel… “İslamofobi’yi görmezlikten gelemeyiz…” Kabinenin yeni ismi Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler, ilahiyat zeminli akademisyen kimliğiyle, üstlendiği göreve hazırlıklı gelmiş bir portre… Arap dünyasının demokratikleşme sancılarından Avrupa’da artan ırkçılık ve İslam düşmanlığına kadar uzanan düşünceleri dikkat çekici… Toplumsal seviyede İslam korkusu, göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı gibi unsurlar üzerinden ortaya çıkan bu uygulamalar Avrupa’daki sosyal ve siyasi hayatı derinden etkilemekte ve bunun sonucunda aşırı sağcı partiler Avrupa siyasetinde etkin rol oynamaktadırlar. Kuşkusuz Arap Dünyasında kaydedilen gelişmeler ülkemiz tarafından da yakından takip edilmektedir. Bölge halklarıyla sahip olduğumuz köklü tarihi, ekonomik, kültürel ve beşeri bağlarımızın nedeniyle, gerek Ortadoğu’da gerekse Kuzey Afrika’daki gelişmeler ülkemizi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Bu netice, bizi bölge meselelerine katkı yapmaya mecbur kılmaktadır. Somali tecrübesi uluslararası yardım alanında bir Türkiye modelidir. Türkiye yeni insani diplomasi anlayışında sadece uluslararası kuruluşların aldığı kararlar çerçevesinde yardım politikasını belirleyen bir ülke olmanın ötesinde, bu konuda öncü konumuna gelmiştir. Prof. Dr. Emrullah İşler, kabinenin yeni, akademisyen kökenli bakanlarından biri… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, hükümette yaptığı son değişikliklerle, Adalet Bakanlığı’na atanan Bekir Bozdağ’ın yerine, Başbakan Yardımcılığı’na getirildi. Prof. Dr. Emrullah İşler, aslında, Başbakan’ın, yakın mesai arkadaşlarından biri olarak tanınıyordu. Son olarak, Ankara Milletvekili seçilmeden önce de Başbakan Baş müşaviri olarak görev yapmıştı. İşler, kabinenin “ilahiyat” alanında öğrenim görmüş, bu öğrenimini öğretim üyeliğine taşımış isimlerinden biri, bu nedenle, dünyada yayılmakta olan İslamofobi, Avrupa’da yaşayan Müslüman azınlıklar ve özellikle Türklerin sorunları, Arap dünyasında yaşanan demokratikleşme sancısı, Afrika-Türkiye ilişkilerinin kazandığı yeni boyut konularına hakim bir akademisyen/siyaset insanından söz ediyoruz. Prof. Dr. Emrullah İşler’le yaptığımız söyleşi de zaten, bu konularda ağırlık kazandı. Öncelikle Artı 90 ailesi olarak, Başbakan Yardımcılığı görevine atanmanızdan dolayı tebrik ediyor ve hayırlı olsun diyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı size bağlı kurumlar arasında yer alıyor. Başkanlık, çok kısa bir sürede dünyanın dört bir yanında faaliyetler gerçekleştiren önemli bir kurum haline geldi. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı neden kuruldu? Teşekkür ediyorum. 25 Aralık 2013 tarihinde Sayın Başbakanımızın takdiri ve Sayın Cumhurbaşkanımızın tensibi ile Başbakan Yardımcılığı görevine atandım. Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Sayın Başbakanımıza bana bu görevi tevcih etmelerinden dolayı en derin saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Ülkemize hizmet adına çıktığımız bu yolda şahsıma yüklenen bu son derece önemli görevi hakkıyla ifa etme adına Rabbime dua ediyorum. 1960’lı yıllarda yurtdışına başlayan göç hareketliliğinin üzerinden 50 yılı aşkın süre geçerken bugün dünyanın dört bir yanında yaşayan 6.5 milyonu aşkın vatandaşımız ve vatandaşlıktan ayrılmış insanımız bulunmaktadır. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız ülkemize sadece döviz gönderen kişiler olarak görülüyordu. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız ve soydaşlarımızın sorunlarını takip eden, çözüm önerileri geliştiren müstakil bir kurum bulunmuyordu. Yurtdışındaki milyonlarca vatandaşlarımızın sorunlarını takip etmek ve çözüm önerilerini belirlemek üzere Başbakanlık’ta sadece bir müşavir görev yapıyordu. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ felsefesini benimseyen AK Parti’nin ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza ve insanlarımıza verdiği değerin bir sonucu olarak 2010 yılında Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı kurulmuştur. Yurtdışında yaşayan insanlarımızın sorunlarının takip edilmesi ve sonuç odaklı çalışmalar yapılması için müstakil bir başkanlığı kurmak AK Parti iktidarının attığı önemli adımlardan birisidir. Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, dünyanın 155 ülkesinde bulunan vatandaşımız, soydaş ve akraba topluluklarının karşılaştıkları sorunları ortak akılla çözüme kavuşturmak için faaliyetlerde bulunmak üzere kurulmuştur. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, “Nerede bir vatandaşımız, nerede bir soydaşımız ve nerede bir akrabamız varsa biz oradayız” temel felsefesi ile çalışmalar yürütmektedir. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı Kanunu’nda; Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapmak ve sorunlarına çözüm üretmek, Soydaş ve akraba topluluklar ile sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla bu topluluklara yönelik faaliyetler yürütmek,Avrupa Birliği çerçevesinde yürütülen projeler hariç olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarınca ülkemizde eğitim görmesi uygun görülenlerle, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde ülkemize gelen öğrencilerin, ülkemizdeki eğitim süreçlerinin başarılı bir şekilde sonuçlandırılması için her türlü esası belirleyerek, ilgili kurumlar arasındaki koordinasyonu sağlamak, amaçları kurumun temel amaçları olarak belirlenmiştir. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı 2010 yılında kurulan yeni bir kurum olmasına rağmen kısa sürede, teşkilatlanma çalışmalarını bitirerek sonuç odaklı çalışmalara imza atmaya başlamıştır. Yurtdışında yaşayan vatandaş ve soydaşlarımız ile akraba toplulukların sorunlarına çözüm bulunmasına yönelik adımların YTB’nin kurulmasının ardından hızla hayata geçirildiğini görüyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın kurulmasının ardından hızla hayata geçirilen adımlar olduğunu belirttiniz. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın en önemli sorunu seçimlerde oy kullanma konusunda yaşadıkları sıkıntılardı. Bu konuda atılan adımları değerlendirir misiniz? Bilindiği üzere yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız, Türkiye’de yapılan seçimlerde bulundukları ülkelerde oy kullanamıyordu. Türkiye’de yapılan seçimlerde oy kullanabilmeleri için vatandaşlarımızın gümrük kapılarına gelmeleri zorunluluğu zaman ve emek kaybına neden oluyordu. Bu düzenleme nedeniyle yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın seçimlere katılım oranının çok düşük seviyelerde kalmasına yol açıyordu. 2012 yılında yapılan yasal düzenleme ile yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanmalarına imkân sağlandı. Türkiye’de yapılacak genel seçim ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve referandumlarda vatandaşlarımız bulundukları ülkelerde oy kullanabilecek. Buradan sizin aracılığınızla Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurtdışındaki vatandaşlarımız ilk defa bulundukları ülkelerde oy kullanabileceklerinin müjdesini vermek isterim. Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika ve ABD başta olmak üzere vatandaşlarımız yaşadıkları ülkelerdeki büyükelçilik veya konsolosluklar ile uygun görülen mekânlarda kurulacak sandıklarda oylarını rahat bir şekilde kullanabileceklerdir. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız seçimlerden 38 gün önce bulundukları ülkelerde kurulacak sandıklarda oylarını kullanmaya başlayacaklar. Vatandaşlarımızın oy kullanmasını kolaylaştırmak üzere belirli günde oy kullanması konusunda karar verilerek oyunu o günde kullanmasına imkân sağlanabilecektir. Yurtdışında oy kullanılırken sadece pasaportla değil, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını taşıyan nüfus cüzdanı ile de oy kullanabilme imkânı getirilerek vatandaşlarımıza büyük kolaylık sağlanmıştır. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanma imkânı bulamamaları halinde gümrük kapılarında da oylarını kullanma imkânına sahip olacaklardır. Burada yeni düzenlemeler yapılarak yurtdışı seçmenlerin sadece gümrük kapılarındaki giriş ve çıkışlarda oy kullanma zorunda bırakan düzenleme kaldırılarak seçim sürecinde seçmen olan vatandaşlarımız Türkiye’de olduğu sürece oy verebilme imkânına sahip olacaktır. Sizin aracılığınızla buradan özellikle yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum. Vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanabilmeleri için öncelikle seçmen kütüğüne kayıtlı olmaları gerekmektedir. Yurtdışı Seçmen Kütüğü’nde kayıtlı olmayan vatandaşlarımızın yurtiçinde nüfus müdürlüklerine, yurtdışında ise konsolosluklarımıza başvurarak “adres beyanı”nda bulunmaları gerekmektedir. Henüz kayıt yaptırmamış olan vatandaşlarımızın müracaatlarını yaparak seçmen kütüklerine kayıtlarını yaptırmaları önem arz etmektedir. Yurtdışında yaşayan ve seçmen niteliğine sahip olan vatandaşlarımız, adres beyanında bulunmuşlarsa, Yurtdışı Seçmen Kütüğü’ne kayıtlı olup olmadıklarını kontrol etmeleri gerekmektedir. Vatandaşlarımızın Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’nın internet sitesinden seçmen kütüklerinde kayıtlı olup olmadıklarını kontrol etmeleri seçimlerde oy kullanmaları açısından büyük önem taşımaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi başta olmak üzere genel seçimler ve referandumda bulundukları ülkelerde oy kullanma hakkının yurtdışındaki vatandaşlarımıza şimdiden hayırlı olmasını diliyorum. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın iradelerinin sandığa yansıtılması yönünde atılan bu adım tarihi bir adımdır. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızda artık anavatanlarındaki iktidarların belirlenmesinde söz sahibi olarak iradelerini daha güçlü şekilde sandığa yansıtma imkânı bulacaklardır. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü konusunda başka atılan adımlarda var. Örneğin Mavi Kartlıların sorunlarının çözümü, askerlik düzenlemesi gibi. Bu konularda hangi adımlar atıldı? Yurtdışında yaşayan ancak değişik nedenlerle Türk vatandaşlığına kaybeden binlerce insanımız bulunuyor. Bu insanlarımızın Türkiye ile anavatanları ile irtibatları ise yoğun bir şekilde devam ediyor. Türk vatandaşlığını kaybeden kişilere verilen Mavi Kart ile ilgili önemli düzenlemeler yapıldı. Mavi Kart sahiplerinin haklarını daha kolay kullanabilmelerine imkân tanıyan yasal düzenlemeler hayata geçirildi. Oluşturulan ‘Mavi Kart’ kütüğüyle her Mavi Kart sahibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi her türlü işlemi yaptırabilme hakkına kavuştu. Yurtdışında yaşayan gençlerimizin Türkiye’de askerlik görevlerini yerine getirmeleri ile ilgili önemli bir adım da atılmıştır. Yurtdışındaki gençlerimizin dövizle askerlik yapmaları halinde 10 Bin Euro ödemelerini öngören düzenlemeye vatandaşlarımız bedelin yüksek olması nedeniyle itiraz ediyordu. Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara’da Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu toplantısında konuyu gündeme getirmesi üzerine, canlı yayında toplantıya katılanlar ile yaptığı istişare neticesinde dövizle askerlik bedelinin indirilmesine karar verildi. 10 Bin Euro olan dövizle askerlik bedeli 6 Bin Euro olarak belirlendi. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın çifte vatandaşlık, çift dilli eğitim, Türkçe’nin öğretilmesi gibi önemli sorunları da hükümetimiz tarafından yakından takip edilmektedir. Özellikle Almanya’da opsiyon modelinin kaldırılmasına yönelik adımı olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz. Ancak, Almanya’da yaşayan bütün Türk kökenlilere çifte vatandaşlık hakkının tanınmasını arzu ediyoruz. Tek taraflı politikaların adı uyum değil asimilasyondur. Maalesef bazı ülkelerde göçmenler hala uyum-entegrasyon politikalarının hedefinde yer alıyor. Bu politikalar entegrasyonu tek taraflı bir süreç olarak algılıyor. Ancak unutulmamalıdır ki bu süreç çift yönlüdür ve her iki tarafa da sorumluluklar yüklemektedir. Vatandaşlarımız, yaşadıkları ülkenin yasalarına ve kurallarına uymakla yükümlüdürler. Aynı şekilde ev sahibi ülkede vatandaşlarımızın değerleri ve kimlikleri ile toplumsal hayatın her alanında ayrımcılığa uğramadan fırsat eşitliğine sahip olmalarını sağlamalıdır. Kavramların anlamını birbirine karıştırmamak gerekir. Sadece göçmenleri hedef alan, göçmenlerin ev sahibi toplumun değerlerini benimsemesini isteyen tek taraflı politikaların adı uyum değil asimilasyondur. Avrupalı Türkler artık Avrupa'nın bir parçasıdır. Bu durum onlara hem haklar sağlamakta hem de sorumluklar yüklemektedir. Elbette eşitlik beklemek onların hakkıdır. Yurtdışında vatandaşlarımız tarafından kurulan binlerce sivil toplum örgütü bulunuyor. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı sivil toplum örgütlerine yönelik hangi çalışmaları yapıyor? Dünya genelinde vatandaşlarımızın kurduğu yaklaşık 5 bin Sivil Toplum Kuruluşu (STK) mevcuttur. YTB sivil toplum kuruluşlarına yönelik olarak yürüttüğü idari ve mali destek çalışmaları kapsamında bir taraftan STK'ların projelerini desteklerken diğer taraftan lobicilik, sosyal medya kullanımı gibi konularda verdiği eğitimlerle kapasite geliştirme çalışmalarını yürütmektedir. Bu çerçevede, 7 ülke 10 şehirde STK eğitim programları başlatılmıştır. 2011-2013 yılları arasında STK'lar tarafından yapılan bin yüz on proje başvurusundan uygun görülen 321 tanesi desteklenmiştir. Yurtdışında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının sorunlarını ve taleplerini ilgili Bakanlıklarımıza doğrudan iletme imkânını sağlamak maksadıyla “Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlar ve Sivil Toplum Kuruluşları Buluşması" 17 ülkeden yaklaşık 600 sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katılımı ile 7-8 Haziran 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Almanya başta olmak üzere Gençlik Daireleri tarafından ailelerinden alınan çocuklar konusu hassas bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz? Bu konuda hangi adımlar atılacaktır? urtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın Türkiye’nin ve Avrupa’nın gündemine taşıdığı en önemli konulardan birisi ailelerinden alınan çocuklar meselesidir. Ankara’da 4-5 Temmuz 2012 tarihlerinde düzenlenen, Almanya, Avusturya, Hollanda ve Belçika’dan konuyla ilgili uzmanların ve psikologların da katıldığı ‘‘Gençlik Daireleri ve Türk Aileleri Çalıştayı’’bu konunun gündeme taşınmasında önemli bir adım olmuştur. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı Almanya ve Hollanda’da konuyla ilgili uzmanların katılımı ile sivil toplum kuruluşlarını bilgilendirme amacıyla, “Gençlik Daireleri ve Türk Aileleri” çalıştayları kapsamında psikolojik, dini ve sosyal yönleri ile yapılabilecek çalışmaların da değerlendirildiği saha çalışmaları gerçekleştirerek bu konuda bilinçlenme oluşmasına katkı sağlamıştır. Sayın Başbakanımız başta olmak üzere bizler yurtdışında ailelerinden alınan Türk çocukları sorunu üzerinde hassasiyetle duruyoruz. Ailelerinden alınan çocuklarla ilgili konuyu ben de yakından takip edeceğim. Ailelerinden mahkeme kararı ile alınan Türk çocukların sübjektif gerekçelerle alındığını görüyoruz. Çocukları ellerinden alınan ailelere her türlü hukuki destek ülkemiz tarafından verilmektedir ve bundan sonra da verilmeye devam edecektir. Ailelerinden alınan çocukların verildikleri bakıcı ailelerde bizim için büyük önem taşımaktadır. Ailelerinden alınan Türk çocuklarının öncelikle Türk bakıcı ailelerine verilmesini arzu ediyoruz. Buradan bir çağrı yapmak istiyorum. Yurtdışında yaşayan ailelerimiz bakıcı aile olma konusunda çekinceli davranıyor. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız bakıcı aile olma konusunda müracaatta bulunsunlar. Ailesinden alınan Türk çocuklarının Türk bakıcı aile olması halinde öncelikle bu bakıcı ailelere verilmesi sağlanacaktır. Türk bakıcı aile bulunmaması halinde ise bizim çocuklarımızın verildiği bakıcı aileler tarafından bizim gelenek ve göreneklerimize uygun bir ortamda yetiştirilmesini arzu ediyoruz. Ailesinden alınan çocuklar sorununu yakından takip etmeye devam edeceğiz. Bir çocuğumuzun bile gelenek ve görenek ile örf ve adetlerimizden uzak bir ortamda yetiştirilmesine göz yumamamayız. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığımız bu konunun üzerinde hassasiyetle durmaya devam edecektir. Yurtdışındaki sivil toplum örgütlerimizin ailesinden alınana çocuklar sorununa daha çok eğilmelerini istiyoruz. Bu konuda atılacak adımlara her türlü desteği vereceğiz Türkiye’de yükseköğrenim görmek üzere gelen öğrencilere verilen burslar yeniden yapılandırıldı. Bu konuda hangi düzenlemelere yapıldı ve Türkiye bu konuda hangi hedefleri belirledi? Türkiye’nin uluslararası öğrenciler için bir eğitim üssü olmasını hedefliyoruz. Bu kapsamda ülkemizin değişimi ve yeniliği gözeterek uyguladığı politikalarla, burs sistemi 70 ülkenin burs sistemi incelenerek yeniden yapılandırılmıştır. Tıp, mühendislik, sosyal bilimler vb. alanlara yönelik İbni Sina, Ali Kuşçu, İbni Haldun gibi burs modülleri ile 17 farklı burs türünü içeren “Türkiye Bursları” markası oluşturulmuştur. Burs başvurularının internet üzerinden yapılabilmesinin sağlanması ile her yıl 9.000 öğrenci Türkiye’de okumak için müracaat ederken 2013 yılında yapılan tanıtımlar, yeni burs modülleri ve online başvuru imkanı ile 45.000 civarında başvuru alınmıştır.Türkiye olarak 2014 yılında 5.000 uluslararası öğrenciye Türkiye’de burslu olarak üniversite eğitimi alma imkânı tanıyacağız. Almanya başta olmak üzere yurtdışına göç eden vatandaşlarımız ilk başlarda işçi olarak gitmelerine rağmen bugün farklı sektörlerde büyük başarılara imza atıyorlar. Yurtdışındaki insanlarımızın bu başarılarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’den 1960’lı yıllardan itibaren yurtdışına göçler yaşanmaya başladı. İlk olarak Almanya’ya giden vatandaşlarımız işçi olarak çalışmaya gittiler. Almanya’da 1960’lardaki sanayileşme beraberinde işgücü ihtiyacını doğurmuştu. İşgücü ihtiyacıyla başlayan ve günümüze gelindiğinde 3 milyon Türk’ün yaşadığı bir ülke olan Almanya, son 52 yılda sosyopolitik anlamda Türkiye’nin derin bağlar kurduğu bir ülke haline geldi. Avrupa’nın gerek nüfus gerek ekonomik büyüklük açısından önde gelen ülkesi Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin siyasal tutumları, görüş ve fikirleri hem Almanya’nın hem de yaşadıkları diğer ülkelerin siyasal hayatını etkileyen, belirleyen bir güç olma yolunda ilerliyor. Almanya’da son seçimler sonrasında kurulan federal hükümette Göç, Mülteciler ve Uyum’dan Sorumlu Devlet Bakanlığı’na Türk kökenli Aydan Özoğuz’un getirilmesi Almanya’da yaşayan Türklerin başarısına en güzel örnektir. Vatandaşlarımız, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde siyasetten, ekonomiye, spordan, sanata sosyal hayatın tüm alanlarında önemli başarılara imza atarak ülkemizi temsil ediyorlar. Almanya milli futbol takımının en önemli oyuncuları arasında Türk kökenli olan Mesut Özil ve İlkay Türkdoğan gibi isimlerin olması bizleri gururlandırıyor. Avrupa Birliği’nin ilk 15 ülkesinde 118 bin Türk yatırımcı toplam 62.8 milyar yıllık cirolarıyla büyük bir ekonomik gücün sahipleri olarak anılıyorlar. 1960’larda başlayan ve her on yılda bir farklı bir atılımla büyüyerek ilerleyen yurtdışındaki iş adamlarımız son on yılda gerçekleştirdikleri büyük başarılarla Türkiye’nin yüz akı oldular. 1960’larda işçi olarak yurtdışına giden öncüller bugün global yatırımcı pozisyonuna gelirken, 1980’ler de müteahhitlik hizmetleri için yurtdışına gidenler bugün Türkiye’yi, dünyanın en büyük ikinci müteahhitlik ülkesi pozisyonuna getirdiler. Yurtdışındaki vatandaşlarımız gerçekleştirdikleri büyük başarılarla Türkiye’nin yüz akı oldular. Yıllar önce ekonomik darlık nedeniyle, yurdunu ve tüm sevdiklerini geride bırakarak Avrupa ülkelerine göç eden vatandaşlarımız, ne yazık ki yıllarca ihmal edilmiştir. ‘Gurbette yabancı, Türkiye'de 'Alamancı' paradoksunu yaşayan yurtdışındaki vatandaşlarımız ve insanlarımıza bu ikilemini yaşatmamak için elimizden geleni yapıyoruz. Nerede bir vatandaşımız, nerede bir soydaşımız, nerede bir akrabamız varsa Türkiye orada olacaktır ve olmaya devam edecektir. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir yanında ki vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerdeki etki ve etkinlikleri çok önemlidir. Devletimiz bunun öneminin farkında ve bilincinde olduğunu herkesin çok iyi bilmesi lazım. Yaşadıkları ülkelerdeki haklarının korunması ve ihtiyaç duydukları hizmetlere ulaşmaları gibi önemli konularda ilerlemenin yolu birlikte hareket etmelerinden geçmektedir. Kendi aralarında ki fikir ayrılıklarını bir kenara bırakarak ortak sorunların çözümünde birlikte hareket etmeleri gerekmektedir. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunları çözme noktasında en önemli ayrıntı budur. Birlik ve beraberlik içerisinde haklarını savunurlarsa ancak ilerleme olur. Bu bilincin önümüzdeki yıllarda çok daha hızlı bir şekilde gelişeceğini düşünüyorum. Irkçılık ve İslamofobia gibi hızla yükselen önemli sorunlar Avrupa’daki vatandaşlarımızın önünde bulunmakta. Yaşanan sorunlara ilişkin vatandaşlarımıza önerileriniz var mı? Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ırkçılık ve İslamofobia’ya tehlikesinin arttığını görüyoruz. Soğuk savaşın sona ermesinin ardından ortaya çıkan bu tehlikeli akımlar özellikle 11 Eylül sonrası da bambaşka bir travmaya dönüştü. Müslüman göçmenler konusunda Avrupa’nın hemen hemen her ülkesinde ciddi problemler var. İslamofobi ve İslam karşıtlığı özellikle Müslüman göçmenleri hedef alıyor. Dini mekânlara saldırılar, dini haklar konusundaki kısıtlayıcı uygulamalar, göçmen toplumları hedef alan ırkçı saldırılar, göçmenlere ilişkin konuların medyada ele alınış şekli, toplumların birlikte yaşam deneyiminin sağladığı kazanımlara zarar veriyor. Toplumsal seviyede İslam korkusu, göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı gibi unsurlar üzerinden ortaya çıkan bu uygulamalar Avrupa’daki sosyal ve siyasi hayatı derinden etkilemekte ve bunun sonucunda aşırı sağcı partiler Avrupa siyasetinde etkin rol oynamaktadırlar. Bu ortamda nefret ve korku temelli bir bakış açısıyla şekillenen “öteki” tanımı, ekonomik krizden etkilenmekte ve çok kültürlülük perspektiflerini zedelemektedir. Bu problemleri görmezlikten gelmek mümkün değil. Avrupa başta olmak üzere dünya üzerinde artan ırkçılık ve İslamofobia tehlikesine karşı bütün yönetimlerin sıfır tolerans politikasını gütmesi gerekiyor. Irkçı ve ayrımcı saldırılara karşı bütün iktidarların tepki göstermesi, hukuk yollarıyla bu tür saldırıların cezalandırılması gerekiyor. Almanya’da devam etmekte olan aşırı ırkçı radikal terör örgütü NSU Davası bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Türkiye olarak bu davayı yakından takip ediyoruz. Bu davanın sonucunda suçu sabit olan kişilerin en ağır cezalara çarptırılmasını bekliyoruz. Son yıllarda Mısır ve Suriye başta olmak üzere Arap Dünyasında önemli gelişmeler yaşanmakta. Arap dünyası konusunda önemli çalışmalara imza atmış biri olarak, bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin izlediği politikalar hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz? Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri günübirlik hadiselere bağlı olarak değerlendirmek, sürecin gerçek fotoğrafını görmemizi engeller. Olaylar her ne kadar ülkeden ülkeye farklı bir gelişim süreci izlese de, halkın daha çok demokrasi, insan hakları, daha müreffeh bir hayat ve özgürlük talebi, olayların ortak paydasını oluşturmuştur. Söz konusu süreç, önce Tunus'ta Bin Ali, akabinde Mısır'da Hüsnü Mübarek'in otuz yılı aşkın süre gelen rejimi ve son olarak da 42 yıllık despot Kaddafi rejiminin devrilmesi ile neticelenmiş, Suriye’de kör düğüm haline gelen bir iç savaşa dönüşmüş veya dönüştürülmüştür. Özellikle Libya müdahalesinden sonra uluslararası konjonktür, olaylara müdahil olmak suretiyle gelişmeleri dolaylı olarak etkilese de, son tahlilde olayları başlatan tarihsel sürecin oluşturduğu iç dinamiklerdir. Süreci bu bağlamda değerlendirdiğimizde, şu tespiti yapmamız mümkündür; yaşananlar belirli ideolojilerin etrafında değil, kendiliğinden ve kargaşa içinde ortaya çıkmış, gelişen süreçte dış faktörlerin etkisine açık bir hal almıştır. Kuşkusuz Arap Dünyasında kaydedilen gelişmeler ülkemiz tarafından da yakından takip edilmektedir. Bölge halklarıyla sahip olduğumuz köklü tarihi, ekonomik, kültürel ve beşeri bağlarımız nedeniyle, gerek Ortadoğu’da gerekse Kuzey Afrika’daki gelişmeler ülkemizi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Bu durum, bizi bölge meselelerine katkı yapmaya mecbur kılmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye, son üç yılda yaşanan krizlerin ve sıkıntıların derin bir şekilde hissedildiği bölgede, sorunların asgari seviyeye indirilmesi, yaraların sarılabilmesi için büyük bir çaba sarf etmiştir. Ülke olarak, olayların başladığı günden itibaren, sürece ilişkin ilkeli bir tutum ve tavır ortaya koyduk. Türkiye, halkların meşru ve demokratik taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini savunmuş, askeri müdahaleler yoluyla demokratik yönetimlerin sona erdirilmesini reddetmiş ve demokrasiye ivedilikle dönülmesi çağrısını her fırsatta yinelemiştir. Ülkemiz, ikili münasebetlerini menfaat üzerine inşa eden uluslararası konjonktürün aksine, bir yandan bedel ödemek pahasına Suriye halkına tüm kapılarını açmak suretiyle misafir etmiş, diğer taraftan da yaşanan insanlık dramına dikkat çekerek, bir an evvel bitirilmesi için durumu, katıldığı tüm uluslararası platformlara taşımıştır. Türkiye’nin bu tutumu, yaşanan drama adeta gözlerini kapatan ülkeleri hayrete düşürmüştür. Diğer taraftan ensar şuuruyla muhacir Suriye halkına kucağını açan Türk halkı, tarihe önemli bir not düşmüştür.