Gümülcine’de Medresei Hayriye’de okurken 1970 yılında Türkiye’ye de okumaya karar veriyor. Okula yazılabilmek için aylarını harcıyor, 40 gün boyunca bütün kapılar yüzüne kapanıyor. Tam artık olmuyor ben dönüyorum derken, birkaç saat içerisinde Türkiye’deki eğitim hayatına başlıyor. 5/b sınıfında ki arkadaşları Adalet Eski Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN.
Üniversite yılları ve sonrası daha zorlu ve derslerle dolu. Yunan sınırından geçerken ki “üç ömür yiyecek 20 dakika” sonrasında yaşanan 3,5 yıllık haymatlos(Dünya Vatandaşı… her babayiğidin kaldırabileceği bir yük değil. İsterseniz bundan sonrasına Sayın Bakanımız ile yaptığımız röportajda kendisinden dinleyelim:
“Önce kendini sonra bizi mahcup etme”
Sayın Bakanım, Türkiye’ye ilk ne zaman gelmeye karar verdiniz, bu kararınız ve sonrasında yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz?
Gümülcine’de Medrese-i-Hayriye adında, bizim İmam Hatip Okulları ayarında bir okul var. 1970 yılında orada 3. sınıfta okurken, Türkiye’ye gelmeye karar verdim. O zamana kadar Köyle Gümülcine dışında bildiğimiz bir yer yok. Rahmetli babamla hukukum çok iyiydi. Bir gün babamla tarlada yonca toplarken “baba okumak için Türkiye’ye gitmek istiyorum” dedim. Babam “oku da istersen Amerika’ya git” dedi. Henüz 14 yaşında bir çocuğa böyle destek olması hala beni çok etkiler. Adapazarı’nda bir abimiz de yardımcı olabileceğini söyleyince yola çıktık. Trene binerken Rahmetli babam, yine hiç unutamadığım bir cümle söyledi. “oğlum ben sana güveniyorum, önce kendini sonra bizi mahcup etme” dedi. Hep bizi mahcup etme derler ya. Önce kendini mahcup etme sonra bizi mahcup etme demesi beni çok etkilemişti.
“40 gün içerisinde çok zorluklar hatta olmazları yaşadım”
İlk kez Türkiye’ye geldiğimde çok zorlandım. Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı… bakanlık bakanlık geziyorum. Uzadıkça uzuyor iş. Neden olmadığını bilmiyorum ama olmuyor. Çok zorluklar hatta olmazları yaşadım. 40 günün sonunda 1000 Lira’dan yalnızca bilet param kalmıştı. Artık yapacak bir şey kalmadığını düşünerek geri dönmeye karar verdim.
“Kolera Salgını ve Erzurum Palas”
Tam bitti derken her şey bir anda değişiyor ve Türkiye’deki eğitim hayatınız başlıyor, nasıl oldu, bizimle paylaşır mısınız?
Sirkeci Garı’na bilet gişesine gittiğimde “kolera nedeniyle tren seferleri durdurulmuştur” yazıyor. O zamanlar, İstanbul’da yaygın bir kolera salgını var. Yunanistan bu nedenle sınırı kapatmış. Bilet param dışında param kalmamış ve Yunanistan’ın sınırı ne zaman açacağı da belli değil. Sirkeci Garı’nın karşısında Erzurum Palas Oteli’ne gittim. Otel sahibi İhsan Abi “Evladım gece Bekçisi Arifle beraber kalırsın. Orda yer içersin, paran olursa da verirsin. Sen rahatına bak merak etme” dedi.
O zamanlar Erzurum Palas Oteli, Batı Trakyalıların uğrak yeri olmuş. Hafta sonları İstanbul’da yaşayan Batı Trakyalılar kim var kim yok diye otele bakmaya geliyor. Bizde sabahtan akşama biri gelse diye bekliyoruz.
“Asla Umutsuz olmayın; Bir Kapı Kapanır, Bin Kapı Açılır”
Yunanistan’dan sınıf arkadaşım, yurtta aynı odada kaldığım hatta yatakhanede türkü söylüyoruz diye birlikte ceza yediğimiz Hakkı geldi otele. “Ne arıyorsun burada” dedim “okuyorum” deyince şaşırdım. 40 gün boyunca uğraştığım ama yapamadığım işi Hakkı başarmış. Bu hayatımın en büyük dönüm noktalarından biriydi.
Nasıl yaptığını sorduğumda Selamiçeşme’de ki dayısının yardımcı olduğunu söyledi. Türkiye’de dayının ne anlama geldiğini o gün anladım. Hakkı’nın dayısı Selahattin Abi’nin İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde tanıdığı varmış. Ertesi gün. “İstanbul İmam Hatip Lisesi misafir öğrenci olarak kaydı uygundur” diye bir yazı aldık. Okula gittiğimizde 5/B sınıfına 3. derse yetişmiştik. Pazar Sabahına kadar ortada hiçbir şey yokken şimdi okula başlamıştım. Sınıf arkadaşlarım ise İçişleri Eski Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN….
Genç arkadaşlarımla bazen derim ki “Arkadaşlar, hiçbir zaman umutsuz olmayın. Bir kapı kapandığında bilin ki binlerce kapı açılır.” Ben bunu hayatımda çok gördüm.
Sayın Bakanım, İmam Hatip Mezunları o dönemde her Üniversitede okuyamıyorlardı, Siz Cerrahpaşa Tıp’a Nasıl girdiniz?
O dönemde İmam Hatip Mezunları her okula gidemiyordu. Ben de mezun olduğum yıl Erzurum Atatürk Üniversite’si Ziraat Fakültesine kaydımı yaptırdım. Bir yandan da Erzurum Atatürk lisesine yazılarak fark derslerini verdim. Yabancı uyruklular sınavında ilk 9’a girince Cerrahpaşa Tıp’a kaydımı yaptırdım.
“Arkandan biri gelebilir, silah sesi gelebilir ama bakamıyorsun. ”
Fakülteyi bittikten Yunanistan denklik vermiyor, Türkiye vatandaşı değilsiniz o dönemdeki yaşadıklarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Mezun olduktan sonra Yunanistan’a döndüm. Yunanistan denklik vermiyor, geçinmem de lazım. Akrabalarım Yunanistan’da, eşim ve çocuklarım Türkiye’de. Sonunda Türkiye’ye kaçmaya karar verdim. Meriç nehrinden geçmeme yardım edecek birilerini bulduk. Meriç’ten geçtikten sonra ağaçlık bir yerden, keçi patikası gibi dar bir alanda 20 dakika yürüyeceksin dediler. “Arkana hiç bakmadan yürü. Karşına bir toprak yol çıkacak orada seni Türk Askeri karşılayacak. Asker karşılamazsa toprak yoldan Keşan’a ulaşırsın” dediler.
O 20 dakikalık yol çok kritikti. Ağustos Ayı, yerler kurumuş ot ve yapraklarla dolu. Attığım her adımda yerden hışırtı geliyor. Sanki bir başkası geliyor gibi geliyor insana ama arkana bakma dendi. Arkana bakamıyorsun, Arkandan biri gelebilir, silah sesi gelebilir ama bakamıyorsun. O 20 dakika kaç gün, kaç yıl gibi sürdü, ancak yaşayan bilir.
“4 Gün Nezaret”
Tam yolu gördüm “dur hemşerim” diye bir ses duydum. Baktım Türk Askeri. Edirne’de 4 gün nezarette kaldım. Sonra haymatlos(Dünya Vatandaşı) tezkeresi verdiler. 3,5 yıl haymatlos olarak kaldık. 1986 Ekim ayında Bakanlar Kurulu Kararıyla Vatandaşlığı alabildim.
Şimdi Bakanlar Kurulundasınız. Önünüze Vatandaşlık Başvurusu geldiğinde ne hissediyorsunuz?
Bakan olduktan sonra, vatandaşlık kararnamelerini imzalarken hep farklı bir duygu yaşıyorum. Kimler var, nereden geliyorlar? İnceliyorum. Neler yaşadıklarını merak ediyorum, yaşadıklarım aklıma geliyor.
Vatandaşlığı alıncaya kadar soyadınız hep aynı mıydı?
İmam Hatip’e kayıt olduğumda soy ismim Alioğlu idi. Üniversite yıllarında Mehmet oldu. Vatandaşlığa müracaat ederken soyadı talebi hakkın var. Rahmetli babam köyün müezzini olduğu için “Müezzinoğlu” soy ismini istedim. Kardeşim sonra vatandaşlık alırken bizim sülaleye Şapcılı Sülalesi dedikleri için Şapçılı soy ismini aldı. Yani öz kardeşimle soy isimlerimiz farklı.
Sayın Bakanım bugün itibariyle süre olarak hangi ülkenin vatandaşlığında daha uzun kalmış bulunuyorsunuz?
Ömrümün 27 yılını Yunanistan Vatandaşı olarak geçirdim. 3 yıl dünya vatandaşıydım. Son 27 yıldır ise Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıyım. Artık Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kısmı artmaya başladı.
Siyasete girişinizden biraz bahseder misiniz? Başbakanımızın isteğiyle siyasete girdiğiniz doğru mu?
İstanbul Avcılar 1992 yılında ilçe oldu. Orada ara yerel seçimler var. Tuzla, Maltepe, Bahçelievler, Bağcılar ve Avcılar ara yerel seçimler yapılacak. Doğruyol Partisi, Anavatan Partisi, DSP(Demokrat Sol Parti) siyaset yapmam için bana geldiler. Ama mesleğimi çok sevdiğim için siyaseti düşünmüyordum.
“Sen Bizim Alioğlu Değil Misin?”
En son Refah Partisi geldi. Mahalle baskısı… O zamanlar İstanbul İl Başkanı Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN. Sayın Erdoğan’a “Avcılar’da çok sevilen bir doktor var. Eğer onu ikna edebilirsek avcılarda başarılı oluruz ” demişler. İmam Hatip yıllarında benim soyadım Alioğlu olduğu için, Mehmet Müezzinoğlu deyince başta kim olduğumu bilmiyor. Bir akşam Müezzinoğlu’nu bir ziyaret edelim diyor. Başbakanımız daha kapıdan girer girmez “sen bizim Alioğlu değil misin?” diye sordu. Uzun süren bir sohbetin ardından kendilerine siyaset yapmayı düşünmediğimi söyledim. Sayın Başbakanımız “Biz bir arkadaşa “sana burada ihtiyaç var” deriz. Bu arkadaş kabul etmezse ve biz bir oy eksik alırsak vebali onundur” dedi.
“Ağzı Dualı İnsanlar”
O gece uyuyamadım. Eşim de siyasete girmeme karşıydı. Gece yarısı 2 gibi eşime fikrini sordum. “Bu insanlar ağzı dualı insanlar. Ama yine sen bilirsin” dedi. Sabah ezanına kadar düşündüm. Kalktım sabah namazını kıldım. Bu ülkede Cenabı Allah bana hayal ettiğimin ötesinde zenginlikler verdi. Doktor oldum, vatandaş oldum, para kazandım, sevildim bütün bunları bu ülkede oldu. Bu millete bir borcum var… sonra hemen ilçe başkanımıza gittim “Hiçbir talebim yok size teslimim” dedim ve siyaset hayatımız başlamış oldu.
“Mutlu mu olacaksın, çığlık mı atacaksın, ağlayacak mısın?”
Siyasi Hayatınızda hiç unutamadığınız bir anınız var mı?
Hayatımda en çok unutamadığım Sayın Başbakanımızla 2004 yılında Yunanistan ziyaretimiz. Cenab-ı Allah’ın bir kuluna yaşatacağı en büyük zenginlik. Atina’da, ceketimi alıp kaçtığım ülkenin başbakanı ve vatandaşı olduğum ülkenin başbakanı ile aynı masada oturabilmek. 1983’te kaçak geldim. Yunanistan 2001 yılına kadar bana vize vermedi. Ardından 2004 yılında hem Atina’ya hem Gümülcine’ye, hem de köyüme gitmek. Anlatılması çok zor bir duygu. Mutlu mu olacaksın, çığlık mı atacaksın, ağlayacak mısın? Hepsi var, anlatılmaz.
Gümülcine de köyümüze habersiz gitmiştik. Öyle olmasına rağmen çevre köyler bizim köye yığılmış. Yaklaşık 5 Bin kişi var. Sayın Başbakanımız bana mikrofonu uzattı. Kendilerine konuşamayacağımı söyledim. O an Platia’da (köy meydanı) 9-10 yaşlarımdayken bisikletten düştüğüm günü hatırladım. Caminin şerefesinde ezan okuduğum günleri… Çok duygulandım, konuşamadım.
Ömrünün yarısını Batı Trakya’da geçirmiş bir bakan olarak, oradaki sorunlar ve çözüm yolları hakkında ki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Başbakanımızla 2000 yılında Balkanları ziyaret ettik. Başbakanımızın cezaevinden yeni çıktığı zamanlar. Cezaevinden yeni çıkmış, ömür boyu siyaset yasağı var. Vatandaşlık haklarında sınırlamaları var. Hiçbir imkânımız olmamasına rağmen 15 gün boyunca köy köy, kasaba kasaba tam 1 hafta balkanları gezdik. Sabah namazıyla çıkıyorduk. Yatsıya kadar gitmediğimiz yer, elini sıkmadığımız kimse kalmıyordu… Müslüman Arnavut, Türk, Boşnak….
O gezide balkanlarda şunu gördüm. Topluluklar arasına ciddi düzeyde fitne girmiş. Sayın Başbakanımız orada ki bütün konuşmalarında hep bir şeyi ısrarla dile getirdi; birlik ve beraberlik. Aynı şey batı Trakya dada var. Yani ayrışan, basit şeylerden kendi arasında cepheleşen, safları dağıtan bir yapı var. Balkan Derneklerin dede Balkanlar dada aynı durum söz konusu.
“Balkanların Güçlü olması, Birlik ve Beraberliğe Bağlı”
Sınırlarımızın ötesinde ki her yerde, merkeze almamız gereken tek bir konu var: Birlik. Farklı yaşam tarzlarımız, farklı hayat felsefemiz, farklı inançlarımız hepsi olabilir. Ayrıştıran nedenlere değil birleştiren hedeflere kilitlenmeliyiz. Birbirimizi kenetleyen değerler üzerinden yürümek lazım.
“Söz Çok Ama İcraat Yok”
Denklik sorunu, müftülük sorunu, eğitim sorunu, ekonomik sorunlar… Birçok sorun var. Bu sorunlar yarınlarda da devam edecek. Sayın Başbakanımızla 2004 yılında resmi görüşmeler yapmak üzere Yunanistan’a gitmiştik. Orada Yunan Yöneticilerin tamamı sorunları çözme niyetimiz var ama deyip bir bahane ile orada yaşayan soydaşlarımızın yaşadığı sorunları çözme konusunu ötelemişlerdi. 2010’da ki ziyaretimizde de aynı tavır içindeydiler. Söz çok ama icraat yok. Şimdi son iki yıldır da krizle boğuşuyorlar. Ekonomik kriz orada siyasi krizi de tetikledi. En güçlü oldukları dönemde yapamadıklarını şimdi yapabileceklerini düşünmüyorum.
“Türkiye hiç ama demeden çok şeyi çözdü”
Türkiye’de yaşayan azınlıkların sorunlarının çözümü konusunda Başbakanımız da Dışişleri Bakanımız da çok dinamik ve iyi niyetli. Son yıllarda çok ciddi adımlar atıldı. Balkanlar’da çözüm üretilmemesine rağmen biz bu adımları da atmaya devam edeceğiz.
Büyük, güçlü, medeni ülkelere kendi vatandaşına baskı yaparak zulmederek, hak ve hukukunu zedeleyerek, bir başka hak ve hukukun alınma aracı olarak görülmesini doğru bulmuyorum. Yani onlar hakkı vermedi, biz de vermeyeceğiz mantığı doğru değil. Hak konusunda mütekabiliyetin doğru olmadığını düşünüyorum.
“Balkanlara karşı Yüreğimde fantom ağrısını yaşıyorum”
Sayın Bakanım bir konuşmanızda Balkanlara karşı yüreğimde Fantom ağrısı yaşıyorum dediniz? Ne demek istediniz, Nedir fantom ağrısı bize biraz bahsedebilir misiniz?
Fantom ağrısı kısaca, bir insanın kaybettiği uzvuyla ilgili hislerinin kaybolmamasıdır. Yani kaybettiği sağ ayağının, bilek ağrısının yaşıyor olması. Hatta sağ ayağının olmadığı bilir, ama “sağ ayak bileğim ağrıyor” der. Kızılağaç’ta meydanda kürsüye çıktığımda bahsetmiştim fantom ağrısından. “Sizlerle ilgili yüreğimde fantom ağrısını yaşıyorum. Buralar bizim kaybettiğimiz organlarımız uzuvlarımız. Ama yüreğimizde ve hafızamızda yeriniz aynen yaşıyor. Bu ağrıyı yüreğimizde yaşıyoruz.” dedim. Sonra Yunanistan Dışişleri Bakanı kendi ölçeğinde cevabını verdi. Verebilir, önemli değil…
Türk Milletinin; Bosna’sından tutun Üsküp’üne, Prizen’inden Razgrad’ına, İskeçe’sinden Selaniğine kadar Balkanlara karşı yüreğinde bir fantom ağrısı var. Bu ağrının olması da tabidir. Başka türlü büyük millet olma, benim güçlü bir tarihim var deme hakkını kaybetmiş oluruz.
Yurt dışında yaşayıp sağlık güvencesi sorunları yaşayan ve bu yüzden mağdur olan akrabalarımız var, bu tarz sorunları çözmeye yönelik Sağlık Bakanlığının çalışmaları var mı, nelerdir?
Sağlık sorunları yaşayan soydaşlarımız için Türkiye olarak imkânlarımızı seferber ediyoruz. Obezite(aşırı kilo) sorunu yaşayan Batı Trakyalı bir kardeşimizin sağlık sorunlarıyla yakından ilgileniyoruz. Enfarktüs geçirmiş bir genç arkadaşımızın nörolojik tedavisi ile yakından ilgileniyoruz. Yine trafik kazası yapmış ve felç geçirmiş bir kardeşimiz yaklaşık 4 aydır Ankara’da GATA’da tedavisi devam ediyor. Tedavisinde oldukça olumlu yol aldık. Kardeşimiz de tedavi sürecinden oldukça memnun.
“Sağlık Turizminde 4 katı potansiyel var”
Sağlık Turizmi konusunda yapılan çalışmalardan bahseder misiniz? Sağlık turizmi ile ilgili çok fazla şirket açılmaya başladı bununla ilgili bir standart olacak mı?
Türkiye olarak gelinen noktada, sağlık turizminden aldığımız payın en fazla dörtte birini alabildiğimizi düşünüyorum. Bu konuda özel sektördeki yapılar, kendi dinamikleri ile bir şeyler yapma gayretindeler. Yol da kat ediyorlar.
Türkiye bu anlamda gerek hekim kalitesi, gerek modern tıbbi donanım ve altyapı gerekse hizmet sunumu açısından çok avantajlı. Standartları belli, güven perçinleyen ve daha iyi tanıtılan bir yapıyı bakanlık olarak, sivil üst çatıyla birlikte kurarak dünya ve bölgemize bunun takdimini yapmayı düşünüyoruz. Bunları yapabildiğimiz takdirde önümüzdeki birkaç yıl içerisinde şu ankinin 2 katı, 10 yıllık süreçte 4 katı bir sağlık turizmi talepkarı oluşturabileceğimizi düşünüyorum.
Sayın bakanım Beşiktaş Kongre Delegesisiniz, sizin için Beşiktaş'ın ayrı bir yeri var, bunun nedeninden bize bahsedebilir misiniz?
O işte öz değerlerle ilgili. Yanılmıyorsam 7-8 yaşlarındaydım. Rahmetli dayım fanatik Beşiktaşlıdır. “Bak çocuğum hiçbir Batı Trakyalının Beşiktaş dışında bir takımı tutma hakkı yoktur. Osmanlı Balkanları kaybedince yas tuttu ve kırmızı beyaz olan renginin kırmızısını siyaha çevirdi. Tamam mı çocuğum? Tamam” O gün bugün Beşiktaşlıyım. Aynı zamanda kongre üyesiyim.
“ÖZ değer, ÖZ saygı ve ÖZ güven, başarının sırrı burada…”
Sayın Bakanım, oldukça zorlu bir mücadelenin ardından 1986 yılında vatandaşlığını aldığınız ülkenin şu an Sağlık Bakanısınız. Bu başarınızın sırlarını yurtdışında yaşayan akrabalarımızla paylaşır mısınız?
Gençlerle buluşmayı çok seviyorum. AK Parti İstanbul İl Başkanlığım döneminde “Gençler Buluşuyor, Geleceği Konuşuyor” ve “Genç Buluşma ” adlarında iki ayrı projede 165 Binden fazla gencimizle bir araya geldik. O zamanlar genç kardeşlerime başarılı olmak için gerekli üç kelimeden bahsetmiştim. Eğer bu üç kelimenin hakkını verirseniz sizi hayallerinizin ötesine taşır.
Birinci öz, öz değer. Bir insan öncelikle, dini, ırkı, mezhebi, milliyeti, vatandaşlığı ne olursa olsun, “ben bir insanım ve öz değerlerim var” demeli. Nedir o öz değerler? “Dürüstlük, güvenilirlik ve çalışkanlık” Bunlar bireye ait özdeğeler. Aynı zamanda bir ailenin bir ülkenin bir milletin mensubusunuz. O zaman ait olduğunuz topluma ait özdeğeler de önemli. Mesela ben Müslümanım ve Türküm. Bunun öz değerleri neyse, tarihi inanç değerleri neyse onlar, benim öz değerlerimin bütünleştiricisi, tamamlayıcısı.
İkinci öz, öz saygı. Kişinin önce kendisine saygısı olmalı. Rahmetli babamdan söyledim ya “önce kendini mahcup etme” Önce kendime yalan söylememeliyim. Kendine saygısı olmayan insanın başkalarına saygı duyması beklenmez.
Üçüncü öz ise öz güven. Bakın annenize babanıza öğretmeninize patronunuza güvenmeyin. Onlar geçici, ama benim kendime ait özgüvenim son nefesimi verinceye kadar benimle beraber. Dürüstsem, çalışkansam, güvenilirsem, öz saygım varsa başım niye dik durmayayım, niye cesur olmayayım, niye ondan bundan korkayım. Karşıma kim gelirse gelsin. Başımı öne eğecek, pısırık duracak bir durum yok ki!
Kendinize ve milletinize ait öz değerler, özsaygı ve öz güven bunlar çok önemli, başarının sırrı burada…